Yeryüzü Sanatı / Sanatçı "Robert Smithson”

LAND ART/ YERYÜZÜ SANATI

Sanat eserlerini, ‘halka indirgenmeli ve gerçek dünyayla iletişim sağlanmalıdır’, ‘müzeler terk edilmeli ve biletli giriş ve çıkışlar olmamalıdır’ diyen sanatçılar tarafından; genişlemiş alan hakkında düşünmeye yönelik çalışmalar, 1968-1970 arasında başlamıştır. Robert Morris, Robert Smithson, Michael Heizer, Richard Serra, Walter de Maria, Robert Irwin, Sol Le Witt, Bruce Nauman gibi santçılar peşpeşe, mantıksal koşulları artık modernist olarak tasvir edemeyecek bir duruma girmişlerdir. Bu tarihsel kopuşu ve ona damgasını vuran kültürel alandaki yapısal dönüşümü adlandırmak için, başka bir terime başvurmuşlardır. Land Art; “Yeryüzü Sanatı”, “Arazi Sanatı” ve “Çevresel Sanat” gibi adlarla dilimize girmiştir.
Hangi terim kullanılırsa kullanılsın, veriler olası manzara ve manzara olmayan bileşimi de 1960’ ların sonlarında araştırılmaya başlanmıştır. Robert Simitson’ın Sarmal Dalgakıran (1970) ve Michael Heizer’in Double Negative (Çifte Ret) 1969 gibi yapıtları tanımlamak için ‘işaretlenmiş yerler’ terimi kullanılmaya başlamıştır. Aynı terim, yetmişli Yıllarda Richard Serra, Carl Andre, Dennis Oppenheim, Nancy Holt, George Trakis ve daha birçok kişi tarafından üretilen bazı yapıtlarıda betimlemiştir. Bu terim, belli yerlerlerdeki fiili fiziksel manipülasyonların yanısıra, başka işaretleme biçimlerine de göndermede bulunmuştur.
Bunlar kalıcı olmayan işaretlerin örneğin, Heizer’in ‘Çöküntüler, Oppenheim’in ‘Time Lines’ yada Maria’nın ‘Mile Long Drawing’ yapıtları, fotoğrafın kullanımı yoluyla işlenmişlerdir.
Robert Simitson’ın ‘Mirror Displacements in the Yucatan’ bunun en iyi örnekleridir.
Richard Long ve Hamish Fulton’ın yapıtları fotoğrafik işaretleme deneyimi üzerine odaklanmıştır. 1960’larda çağdaş sanatın gelişimi doğrultusunda ortaya çıkan bir sanat dalıdır. Kullanılan malzemeler tabiatta var olan ağaç, toprak, taş, kum ve kayalardır.
Çoğunlukla eserler dış mekanlarda doğal bir erozyona bırakılarak sergilenir. Bir çoğu yok olmakta ve kalıcı olanlar fotoğraf ve videolarla belgelenmiştir.
İlk eserler 1960’larda Batı Amerika’nın çölsel alanlarında gerçekleştirilmiştir.
Görkemli nitelikleri olan eserler ise konstrüksiyon ekipmanları aracılığı ile yapılmış ve “Earthworks” adıyla sınıflandırılmışlardır.
Land Art sanatçılarına göre, eserler elit değerleri olan bir tabakaya değil, halka indirgenmeli ve gerçek dünyayla iletişim sağlanmalıdır.
Yeryüzü Sanatı ya da Land Art, sade, geometrik şekillerin açık alanlara uygulanması açısından“Minimalizm” ile,  Taş, toprak gibi doğal malzeme kullanımı ve süreçselliği açısından “Arte Povera” ile, yapıtların geçiciliği nedeniyle “Performans Sanatı” ile projelerin salt belge, harita, fotoğraf ve video malzemeleriyle sergilenmesi dolayısı ile “Kavramsal Sanat” ile yakınlık taşıyan bir akım olarak da nitelendirilmektedir.
Robert Smithson, arazi sanatı örneklerini mekan ve mekan-dışı olmak üzere ikiye ayırmıştır. Yapıtlar çoğunlukla devasa boyutlarda yapılmıştır. Michael Heizer’in Nevada Çölü’nde yerleştirdiği “Double Negative” adlı eseri 240.000 ton ağırlığında kayalarla kurgulanmıştır
Michael Heizer temiz kesim geometrik soyutlamalar yapmak peşindedir. 1972’de Heizer 1800 dönümlük Nevada’da, Los Angeles’in yaklaşık yüz seksen mil kuzeyinde Garden Valley’i satın alır. Burada, masif toprak ve beton formlardan oluşan bir çeşit yeryüzü işleri şehri inşa etmeye başlamıştır.

ROBERT SMITHSON

Amerikalı Sanatçı, 2 Ocak 1938’de New Jersey, Passaic’de doğmuş; 20 Temmuz 1973’de Texas, Amarillo’da ölmüştür. Jeolojikristallografi, endüstriyel atıklar ve bilim kurgu gibi alanlarda da çalışan bir sanatçı. 1960'larda modüler birimleri ile çoğunlukla kristal yüzeyleri anımsatan minimalist çelik heykelleri ile dikkat çekti. Sonraki işlerinde özellikle yere atma ve dökme gibi işlemleri işin içine katarak yer çekimi kavramıyla uğraşan heykeller yaptı.
1972’de Smithson (1938-73) Yeryüzü Sanatı Sanatı alanında çalışan önde gelen sanatçı olarak tanınmıştı. Bu sanatın başta gelen ilkelerinden biri, yapıtı galerinin kapalılığından çıkararak çağdaş dünya ya da yaşamla daha dolaysız ve duyarlı bir ilişkiye doğru kaydırmaktı. Amaç, sanatın parametrelerini yeniden gözden geçirerek dünyadaki Modernist sanatla giderek uyumlulaştırılan mal statüsünü sorgulamaktı. Smithson’un bildirisi ilkin uluslararası sergi ‘Belge 5’ in (Kessel, 1972, 17. Kesim, s. 74.) kataloğunda Almanca olarak yayımlandı. Sonrasında Artforum’da (New York, Ekim 1972) yayımlandı; Nancy Holt’un editörlüğünde, Robert Smithson’un Yazıları başlığıyla yeniden basıldı (New York, 1979, s. 132-33). Aşağıdaki metin bu basımdan alınmadır:

Kültürel kapatılmışlık bir sanatçıdan kendi sınırlarını belirlemesini istemekten çok, bir küratörün kendi sınırlarını bir sanat sergisine dayatmasıyla gerçekleşir. Sanatçıların bazı hileli düzenlemelere uymaları istenir. Kimi sanatçılar bu düzenlemelerin kendi denetimlerinde olduğunu sanırlarsa da, gerçekte kendileri onun denetimindedirler. Sonuçta bunlar kendi denetimlerinde olmayan kültürel bir hapishaneye payanda olmakla kalırlar. Aslında, sanatçıların kendileri değil de yapıtlarıdır içeriye kapatılan. Müzelerde, tıpkı bakımevleri ve tutukevlerinde olduğu gibi, koğuşlar, hücreler -başka bir deyişle ’galeri’ diye bilinen nötr odalar vardır. Bir galeriye yerleştirilen sanat yapıtı ’yük’ünü ve enerjisini boşaltarak taşınabilir bir nesne ya da dış dünyadan kopuk bir yüzeye dönüşür. Boş, beyaz oda ışıklarıyla, kutupsuzluğa yine de bir bağlanış, boyun eğiştir. Böyle yerlerde görülen sanat yapıtları estetik bağlamında bir tür dinlenme ya da nekahet döneminden geçiyor görünürler. Bunlara, iyileşebilir ya da iyileşemez olduklarına karar verecek olan eleştirmenleri bekleyen cansız yatalaklar, kötürümler olarak bakılır. Koğuş galericisinin işleviyse sanatı toplumun diğer kesiminden ayırmaktır. Sonrasında da bütünleşme süreci girer devreye. Bir kez sanat yapıtı tümüyle kutupsuzlaştırılmış, etkisizleştirilmiş, soyutlanmış, güvenceli ve politik olarak bölünmüş duruma gelince, toplumca tüketilmeye hazırdır artık. Her şey gözü doyuracak bir yeme, taşınabilir bir mala indirgenmiştir. iyileştirmelere, yeniliklere, bu kapatılmayı destekledikleri sürece izin verilir.
’Kavram’ üstüne büyüsel sanılar fiziksel dünyadan gerilemektedir. Yığınlarca özel bilgi sanatı kapanmışlığa (inzivaya) ve anlaksız metafiziğe indirgemektedir. Dil kendini fiziksel dünyada bulmalı, bir kimsenin kafasındaki düşüncede kapatılıp kilitlenmiş olarak değil. Dil biteviye gelişen bir süreç olmalıdır, yalıtılmış bir oluşum değil. Başlangıçları ve sonları olan sanat gösterileri, hem ’soyut’ hem de ’gerçekçi’ biçemde, gereksiz betimleme yöntemlerinin kuşatması altındadır. Betimlemeyi yazıya indirgemek bir kimseyi fiziksel dünyaya yakınlaştırmaz. Yazı, düşünceleri somutlaştırmalıdır; bunun tersini değil. Sanatın gelişmesi, metafizik değil, diyalektik biçimde sürmelidir.
Kültürel kapatılmışlığın dışında bir dünya arayan bir diyalektikten söz ediyorum. Aynı zamanda, ’süreç’i’ kutupsuz bir odanın metafizik şuurları içinde düşündüren sanat yapıtlarına ilgi duymuyorum. Bu türden davranışsal bir oyunda özgürlük yoktur. B.F. Skinner’in küçük, zor numaralarını sergileyen sıçanı gibi davranan sanatçı kaçınılması gereken bir şeydir. Kapalı süreç hiçbir zaman süreç değildir. Kapatılmışlığı ortaya çıkarmak, özgürlük üstüne yanılsamalar kurmaktan daha iyidir.
Betimlemeden uzak, günü gününe yaşayan unsurların doğrudan etkisini ya da sonucunu göz önünde tutan bir sanattan yanayım. Bazı müzeleri çevreleyen parklar, sanatı biçimsel keyif nesnelerine dönüştürmektedir. Bir parktaki nesneler, sürmekte olan bir diyalektikten çok, durağan bir konumu çağrıştırmaktadır. Bir park, sonsal, mudak ve kutsal olanın değerlerini taşır. Diyalektiğin bu tür şeylerle ilgisi yoktur. Oldukları biçimiyle doğal etkenler -hem güneşli hem de fırtınalı doğa- içinde saklı fiziksel çelişkilerle etkileşen bir doğa diyalektiğinden söz ediyorum. Parklar doğanın ülküselleştirilmiş biçimleridir, fakat gerçekte doğa, ülküsel bir ortam değildir. Doğa dosdoğru bir çizgiyi izlemez; yayılıp serpilen bir gelişmedir onunkisi daha çok. Doğa hiç bitmez, bitirilemez. Yirminci yüzyıla ait bir heykel bir On sekizinci yüzyıl bahçesine dikildiğinde, geçmişin ülküsel betimlenişiyle bastırılarak, artık bizimle olmayan siyasal ve toplumsal değerleri destekleyecektir. Çoğu parklar, bahçeler günümüzün diyalektik yerlerinin değil, yitik cennetin yeniden yaratılmış biçimleridir. Parklarla bahçeler resimsel kökenlidir -boyadan çok doğal malzemelerle yaratılmış doğa manzaraları. Ulusal parklarımızı bile çevreleyen ülküsel manzaralar tanrısal bir mutluluk ve sonsuz bir dinginliğe özlemi yansıtmaktadır.
Geçmişin ülküsel bahçelerinden ve onların bugünkü karşılıkları, ulusal parklarla büyük kent parklarından ayrı olarak, çok kötü, bozulmuş yöreler de (cüruf yığınları açık işletilmiş madenocakları, kirletilmiş ırmaklar) vardır. İdealizme, gerek saf gerekse soyut biçime büyük eğilimden dolayı, toplum bu tür yerleri ne yapacağı konusunda şaşırmaktadır. Hiç kimse bir çöp yığınında tatil yapmak istemez. Özellikle, ’Sanat dünyası’ denilen, o asla girilmez yerlere ilişkin toprak ya da yeryüzü anlayışımız ve tutumumuz soyudamalarla ve kavramlarla buludanmış, gölgelenmiştir.
Bazı sanatsal sergiler, metafizik hurdalıklara, pis, mikroplu yerlere, entel çöplüklerine mi (...) dönüşmeliydi? Koğuş-galericileri (küratörler) yine de metafizik ilkeler yıkıntısına bağımlıdırlar, çünkü daha iyisini bilmiyorlar. Ontoloji, kozmoloji, epistemoloji atıkları sanata yine de yer açmaktadır. Gündemden düşmüş olmasına karşın, metafizik yine de sanatsal yapıların yerleştirilmesi için, sağlam ilkeler ve somut nedenler içeriyor-muşçasına sunulmaktadır. Müzeler ve parldar mezarlıklardır -gerçekliğe gerekçe oluşturmak üzere geçmişin pıhtılaştırılmış, çökeltilmiş anılandır. Bu durum bazı sanatçıları derinden endişelendirmektedir. Şimdiye kadar kayıp koşulların yağmalanmış ülküleri uğruna savaşan, yarışan ve meydan okuyan sanatçılar bugün kaygı içindedir.

Hotel Palenque, adlı fotoğraf eserini, 1969 yılında Meksika’ya seyahati sırasında eşzamanlı çürüme ve yenileme döngüsü içindeki eksantirik, eski bir otel inşasını fotoğraflamıştır. Bu eser, ters harabe fikrini sanatçının en mükemmel şekilde belgeleyişinin örneğidir. Hotel Palenque, kültürel peyzaj üzerine entropi etkileri konusunda sanatçının teorik yaklaşımına doğrudan bir görünüm sağlar.
   Hotel Palenque, Meksika 1969.
            Sanatçı Meksika’da iken Yucatan Mirror Displacements (1–9)  adını verdiği eserini 12x12 boyutlarında kare aynaları değişik yüzeylere dağınık şekilde yerleştirerek oluşturmuştur. Aynalar, peyzajın sağlamlığını ve yıkıcı formlarını yer değiştirerek gösterirken etrafını kuşatan çevreyi kırar ve yansıtırlar. Aynaların geçici olarak tasarlanmış yer değişimleri ile ayna zamanın geçişini kaydederken, toprak parçası ve aynaya yansıyan görüntü parçası onun fotoğraf süresini askıya alır.
 YUCATAN MIRROR DISPLACEMENTS (1-9) / Nine Locations on a Trail, Yucatan, Mexico, 1969. Solomon R. Guggenheim Museum, New York.



Yucatan Mirror Displacement, No 2
                                





Yucatan Mirror Displacement, No 4, No 5 ve No 7.

Robert Smithson’ın 1970 yılında Utah eyaletinde Tuz Gölü üzerinde yaptığı  “Jetty Spiral” (Sarmal Dalgakıran) isimli eseri 457 metre uzunluğunda olup, 240.000 ton toprak, kaya ve tuz kristali ile yapılmıştır.
                


Robert Smithson, Sarmal Dalgakıran (Spiral Jetty), 1970  Tuz Gölü, Utah, ABD

En önemli ve ünlü eseri, Sarmal Dalgakıran dağınık konmuş kayalık bir alandır, kendi etrafında sarmalanmış ve bir çıkmazla sonlanmıştır. Sarmal Dalgakıran sezon ve iklimsel değişimlere şaşırtıcı derecede duyarlı olmuştur. Su yosunlarının miktarlarına ve değişen tuz tabakalarına maruz kalan kayalara bağlı olarak su renk değiştirir.
Robert Smithson, Sarmal Dalgakıran’ı yaptığı gibi kazıklarla eseri oluşturmak için gölün içine tıkaçlar yapar. 20 Haziran 1973’te Smithson ve bir profesyonel fotoğrafçı, alanın keşif ve dokümanlarını oluşturmak için küçük bir uçakla havalanırlar ve uçak bir süre sonra düşer ve içindeki üç kişi de ölür.
Otuzbeş yaşında hayatını kaybeden sanatçının yarım kalan işi Amarillo Ramp’i eşi Nancy Holt tarafından  tamamlanmıştır.
Smithson’un Sarmal Dalgakıran’ı  hiç şüphesiz, çağdaş sanatın daimi klasikleri haline
gelerek, en etkileyici ve üzerinde en çok konuşulmuş erken dönem yeryüzü eserlerindendir.
            Sanatçı, yeryüzü sanatını doğada uygulamış bunun yanı sıra heykel, resim ve fotoğraf sanatlarında da eserler vermiştir.
Eserlerinden bazıları aşağıda yer almaktadır:
  Asphalt Rundown (Rundown Asfaltı), Roma-İtalya, 1969

  Spiral Hill (Sarmal Tepe), Emmen-Hollanda, 1971

  Broken Circle (Kırık Daire), Emmen-Hollanda, 1971


 Amarillo Ramp (Amarillo Yokuşu/Rampası), Tecovas Gölü, Texas 1973.

Yorumlar

  1. Güzel bilgiler. Teşekkürler.
    izninizle
    https://tr.instela.com/yeryuzu-sanati---16392267

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  3. Çok güzel bir yazı tesekkürler. Sizce Robert Smithson hep doğal malzemeler kullanan bir yeryüzü sanatçısıyken neden yapay bir malzeme olan aynayı kullanmıştır?

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

ABBASİ DÖNEMİ SANATI

Sümerliler ve Yazının icadı